BİR ZAMANLAR NASILDA MERHAMETLİYDİK
Hey gidi günler deyip başlayalım söze ki o güzel günleri el birliği ile yine yaşamak mümkün olsun. Ne güzel günlerdi o günler ki; İnsanlar yumuşak bir kalbe ve yaşarmayı bilen gözlere sahipti. Kimse yumuşacık kalbinden dolayı aptal yerine konmaz, yaşaran gözlerinden ötürü aşağılanmazdı.
Kadın evin süsüydü, kıymetlisiydi. Ona El kaldırmak kimin haddine Cennet O’nun ayakları altında diye ayaklarını öpme yarışına tutuşurdu çocuklar. Evin beyi memnun etmek için hanımefendinin o naif gönlünü ne kafa yorardı. Hanelerde belki o zamanlar yemek bulunmazdı, türlü türlü elektronik aletler bulunmazdı, bir sürü eşya bulunmazdı lakin Evlerde Şiddet kem sözde bulunmazdı. Hanelerden iniltiler Ağlama ve hıçkırıklar yükselmezdi kahkahalar olurdu haneleri çınlatan.
Gençlerimiz vardı yaşlısına kıyamayan Onların biran olsun sıkıntıya düşmesine yüreği dayanmayan. Elinde erzak çantası ile yolda yürüyen Ahmet amcanın elinden erzak torbasını kapıp eve kadar taşımak Duasına mazhar olmak için yarışırdı o güzel gönüllü geçler. Ayşe teyze Otobüse bindiğinde Ayakta kaldığı an O’nu Yerine oturtmak için yarışan gençlerimiz vardı. Koşuştururlardı bu güzelliğin altına imza atmak için. Nihayetinde de niyet hasıl olur dualar arş-ı Âla’ya yükselir yerini bulurdu.
O güzel günlerde Huzur evleri kimi kimsesi olmayan yaşlılara hizmet etmek için vardı. Hiçbir evlat elden ayaktan düşmüş anasını babasını zinhar yakıştırmazdı huzurevine. Evlat Efendimiz( S.A.S.)’in “Anne ve babasına veya bunlardan birinin yaşlılık zamanına yetişip de onlar sayesinde cennete girmeyen kimsenin de burnu sürtülsün.” Hadis-i Şerifini çok iyi bilirdi. Yumuşacık Yüreği Anne ve babasına ancak Merhamet edebilirdi. Evladın Anne ve babasının gözünün için baktığı Onları memnun edebilmek adına varını yoğunu sarfettiği, Ana Babanın da Her avuç açısında Evladına duaların en güzel ve kıymetlisini hediye ettiği o günler ne güzel günlerdi.
Yolda rast geldiğimiz Mehmet kardeşimizin yüzü mü asık? Adam sende aldırma geç git denmezdi aldırırdı Ali. Hakkı tutup kaldırmak için kolları sıvar Mehmet’i saatlerce dinler, kendi derdi gibi dertlenir, oturur beraber ağlar, imkanlarını birleştirir sıkıntıyı gidermenin yoluna bakarlardı. Hüznün, derdin, neşenin, mutluluğun sınırsızca paylaşıldığı O günler ne güzel günlerdi.
Mahallenin babacan abisi Yusuf Bey Haşarı Mahmut’un Tavşanı öldü diye duyunca işi gücü bırakıp soluğu yanında almıştı. Yusuf Bey bilirdi ki Allah Rasulü (S.A.S.) bir çocuğun kuşu öldü diye onun ayağına gidip başsağlığı dileyecek kadar merhametliydi kendisi de bundan başka bir davranış sergileyemezdi. O günlerde İnsanlar hayvanları keyifleri için sinirlerini yatışsın diye öldürmezlerdi. Hayvanı sadece sever ve beslerdi insanlar.
Merhamet insana en çok yakışan haslet şüphe yok. Merhamet insanın ziyneti. Bu ziyneti kuşanan insanlar bulunduğu ortamı sadece güzelleştirir. Merhamet acıyı hissetmek ve acıyabilmektir. sonuç olarak “Acı duyabiliyorsan, Canlısın, Başkasının acısını Duyabiliyorsan, İnsansın.” Demiş Tolstoy. O halde başkasının acısını duyarak İnsan olabilmek lazım şüphe yok.
Belki bahsettiğim o güzel günlerden şimdilerde eser yok. Merhamet o kadar nadir bir haslet olmuş ki bugün Merhametli birine rastladığımızda keramet göstermiş gibi davranıyoruz. Oysa Merhamet İnsan olabilmenin asgari şartı. Herkes üzerine düşene talip olur ve gelsin o eski günler derse o güzel günler geri gelecek şüphe yok. Bu gidiş hepimiz için yara haline geldi sürekli kaşınarak kanatılan bir yara. Her gün başımızda türlü türlü belalar dolaşıp duruyor. Merhamet ya Rab diye dua ediyoruz lakin nafile. Neden? Cevabı Peygamber efendimiz veriyor. “Merhamet etmeyen kimseye merhamet olunmaz”
Merhamet etmekten çekinmeyelim. Göreceksiniz Merhamet ettikçe bizlere de merhamet edilecek ve bu gün toplumdaki pek çok kanayan yara pansuman edilerek kalıcı olarak sağlığına kavuşacak.