HAYATLARIN JÜRİSİ ELALEM!
Kaç kere insanlar seni sevsin diye kendin olmaktan vazgeçtin? Ya dünyanın senin farklılığına ihtiyacı varsa? Kim bilir kaç kere kendini bir başkasının dünyasından bakarak yargıladın? Başkalarının zihin hapishanesine hapsettin te, kendin olmaktan vazgeçtin? Herkesin yaptığı şekilde yaparak, onlarla uyumlu olmak için kendi değerinden ne kadar ödün verdin acaba mutsuz olmayı bile göze alarak?
Elbette insan sosyal varlıktır. İnsanın hem bireysel olması, hem de toplumda uzlaşmaya ihtiyaç duyması gayet olağandır. Bireysellik ve sosyallik arasındaki dengesizlik, kişiyi kendine yalnızlaştırır, yaşam konusunda tatminsiz yani mutsuz kılar. Şimdi nasıl yani dediğinizi duyar gibiyim. Anlatayım o halde;
Kişinin mutluluğunu ve özgürlüğünü ciddi biçimde baltalayan, kendisi olmasına bir türlü izin vermeyen, bireysel kimliğini ifade etmekten alıkoyan, başkalarının memnuniyetini önceliği yapan düşünce ve inanç kalıplarından, hatta bazen de öğretilerinden bahsediyorum.
Hemen örneklendireyim, daha rahat anlayacaksınız. Mesela; insanları kırmaktan korkmak, hayır diyememek, olumsuz bir duygusunu ifade etmekten kaçmak, herkes tarafından sevilen biri olmaya çalışmak, küçük düşme kaygısı, sevilmeyeceği endişesi, reddedilmekten korkma, kabul görmeyeceği düşüncesi nedeniyle kendi rengini ortaya koymaktan kaçınma ve daha bunun gibi nice düşünceler kişiyi giderek kendine yalnızlaştıran hatta yabancılaştıran düşünce kalıplarıdır.
Bugün birçok insan farkında olmadığı, yiyip içip yattığı robotlaşmış hayatlar yaşamakta. Birçok insanın hayat ile bağları kopmuş, hatta daha öfkeli. Bazıları ise kendisine yabancı, hatta var mı yok mu belli değil. Kalabalıklar içerisinde yalnızlık çeken insanlar. Ne kadar alış veriş ederse etsin mutlululuk konusunda tatmini yakalayamayanlar. Her girdikleri ortamda sınanma kaygısı yaşayanlar. Girdikleri ortamlarda sürekli çabalaması gerekiyormuş gibi düşünenler. Sürekli onay alma beklentisi ile yaşayanlar… Başkalarının ne dediğine göre yaşayanlar. Başkalarının kendisi hakkında sürekli yargıda bulunduğunu düşünüp ona göre davrananlar. Sürekli dış referanslarla hareket edenler. Kendisine ait bir fikri ve insiyatifi ortaya koymaktan çekinen kişiler.
Aslında geriye doğru şöyle bakınca hem aile değerlerimizde hem de toplumsal düzenimizde neredeyse bu klişe haline gelmiş durumda. Bize çocukluğumuzdan beri tembihlenen başkalarının gözündeki değerimiz, aldığımız alkış, takdir, övünç ya da utanç, dedikodu vs. korkuları içerisinde yüklenen düşünce kalıpları… “O ne der, bu ne düşünür” diye diye heba edilen hayatlar! Başkalarının düşünceleri yüzünden istemeye istemeye veda edilen hayaller, peşi bırakılan tutkular! O meşhur “tavsiyelerle” edinilen meslekler, evlenilen eşler, kurulan arkadaşlıklar, alınan kıyafetler, gidilen mekanlar…
Bu da demek oluyor ki, başkalarının düşünceleri doğrultusunda yaşamayı ve yaşatılmayı öğrendik. Hep başkalarına iyi görünebilmek çabası içinde, başkalarından hayatımızı onaylamasını bekledik. İşin sonunda kendimizi düşünmek, hayır demek, önceliği kendi hedeflerimize vermek; çıkarcılık, bencillik olurken, KENDİMİZİ YAŞAMAK EN BÜYÜK KORKUMUZ haline geldi. Bu korku KABUL EDİLMEMEK KORKUSU’dur. Bu korku SEVİLMEMEK KORKUSU’dur. Bu korku YALNIZ KALMAK KORKUSU’dur. Lakin öğretiler he neyse bizler artık yetişkin olarak hayatımıza ve kendimize sahip çıkabilecek güçteyiz. Yaşanan ve öğretilen her neyse bunu geride bırakmanın veya yeniden düzenlemenin yollarını aramalı insan.
AYFER ÖZDEMİR
Uluslararası Nlp ve Profesyonel Yaşam Koçu
Bilinçaltı ve Kişisel Gelişim Uzmanı
Vedik Astroloji Danışmanı