Sefaletler, felaketler ve kötü niyet
Her gün götürüyor içimizden birini…
Tarih, ilkel komünal dönemin ardından her döneminde işçilere emekçilere uygulanan zulmü yazdı.
İlk olarak bunu köle tacirleri ve insanları satın alan aristokratlar yaptı.
Ardından feodal toplum döneminde toprak ağalarının, aristokrasinin, üst düzey yönetici vasfı taşıdığı bir dönem yaşandı. Bu dönemde yine işçi sınıfı ‘’proletarya’’ ezildi, hor görüldü ve sömürüldü. Aristokratlar, o hor gördükleri insanların emekleriyle zenginliklerine zenginlik kattılar. Tıpkı bugün gibi…
Günümüzde, içinde bulunduğumuz kapitalist sisteme bakılınca da tüm Dünya’da iktidarlar ve yandaşları, küresel sermaye ortakları servetlerini katlarken, kademe kademe bir sömürüyle yaşamıyor muyuz? İnsanların hayatını idame edebilmek için umutla baktıkları memuriyet bile, modern kölelik düzeyinde değil midir? İliklerimize kadar hissettiğimiz enflasyon, insanların maaşlarına gelince tuzlukla verir gibi zerreciklerle veriliyor değil mi?
Buna karşı sendikal bir eylem yapanlar ise görevden alınıyor.
Bu mudur Dünya’nın dönemsel değişikliği?
Oysa insanlık tarihi, doğayı ve teknolojiyi keşfettikçe hayat kolaylaşmalıydı, değil mi?
Madem ki bu Dünya ve bu memleket bizlerin. Neden birileri birilerinin emeğinin üzerinden sefa sürerken, birileri zulüm, ölüm, mahpus yaşamak durumunda kalıyor?
Neden işçiler her gün intihar ediyor?
Neden doktorlar şiddete maruz kalıyor?
Neden öğrenciler öğretmensiz kalıyor, sırf anayasal hakkı olan sendikal bir planda yer aldıkları için?
Neden çiftçi mazot alamaz hale geliyor?
Şeker pancarı fabrikalarından çıkan küspeye bel bağlayan bir çoban neden hayvanlarına bakamadığı için tüm malını satıp İstanbul’lara fabrikada tekstil işçisi olarak çalışmaya gelmek zorunda kalıyor?
Ve neden, bu ‘’neden’’ler bitmek bilmiyor bu canım memlekette.
Her şeye tamam deyip sustuğumuz için, değil mi? Bence böyle. Çünkü hak verilmez, alınır arkadaşlar.
Hiçbir yönetim ve hiçbir iktidar, halk bir şey talep etmeden ve bu konuda mücadele etmeden o istenilen hakkı vermedi kimseye.
Hatta Cahit IRGAT’ın bir şiiriyle betimleyeyim konuyu..
Biz insanlar;
Bir avucun beş parmağı, kaçar kardeş.
Boyun eğmiş, razı olmuş, gömülmüşüz çamuruna alın terinin,
Mayasına hamuruna kara ekmeğin.
Fabrika bacaları çatlayacak hırsından.
Sefaletler, felaketler ve kötü niyet
Her gün götürüyor içimizden birini
Şu fabrika, şu vapur, lokomotif düdüğü
Şarkısını tekrarlıyor ezilmişler şehrinin.
Boyun eğmiş, razı olmuşuz değil mi?
Sömürüye dahi razı olmuşuz. Çünkü yaşıyoruz ‘’şükür’’ değil mi?
Şükür değil arkadaşlar. Eğer ki birileri bizlere kuru ekmeğe şükretmeyi öğretip, saraylarda saltanat sürüyorsa, buna şükür değil.
Unutmayın arkadaşlar. Tarih bu sömürgeci kapitalistlerin katliamları ile kaplıdır. Bunun en bilindik örneği, daha dün tüm Türkiye’de 1 Mayıs alanlarında andığımız, 1 Mayıs 1977’de Taksim meydanında 34 işçinin katledildiği gerçeğidir.
Bugün bu katliam devam ediyor. Evet alanlarda yaşamıyoruz bunu ama açlıkla sınanıyoruz. İnsanlar evine ekmek götüremediği için intihar ediyorsa, bunun suçlusu kapitalist yöneticilerden başkası değildir. Oysa tarih boyunca yazılmış tüm insan hakları bildirgeleri insanların yaşam önceliğini göz önünde bulundurmuştur. Lakin Dünya üzerindeki diğer iktidarlar gibi, ülkemizde de buna uyulmadı ve uyulmamaya devam ediliyor.
Peki çözüm nerede? Elbette mücadelede. Anayasal ve demokratik hakların alınabilmesi için ilk olarak birlikte mücadele ruhunu yaratabilmeliyiz. Tıpkı dün 1 Mayıs alanlarında olduğu gibi.
Tekrar söylüyorum arkadaşlar. Unutmayın ‘’Hak verilmez, alınır’’
Yaşasın Bir Mayıs
Bijî Yekê Gulanê